30 Nisan 2009 Perşembe
İSTAVRİ
KURULUŞ:
Bir zamanlar istavri destan idi dillere,
İbretle anılırdı, örnek idi köylere.
İster misiniz size, ben anlatayım biraz,
Nasıl kuruldu bu köy. Neden di bu imtiyaz?
Bin yedi yüz doksan da Karadere başından,
İki kardeş ayrıldı toprağından, taşından.
Gelip da yerleştiler istavri denen yere,
İstediler avludan görünsün Karadere.
Bunun için seçtiler uskāna aykırlığı,
Düşündüler daima güveni, yakınlığı.
Emniyetli değildi daha tepeye çıkmak,
Çünkü o devir vardı zorla insan kaçırmak.
Hoş olmazdı görülse denizden dumanları,
Tetikleyebilirdi, o duman, korsanları.
Daha aşağısı da çok tehlikeli idi,
Zira o bölge o gün, sık orman kaplı idi.
Benim evin yerine Ahmet yaptı evini,
Osman da seçti onun beş metre kuzeyini.
İskân ettiler ama çok çetin idi şartlar.
Yalnız su almak için günlerce ark kazdılar.
Nihayet getirdiler ‘suyunbaşı’ndan suyu.
Ahmet yine de açtı evin önünde kuyu.
İki ev arasına bol su aktı oluktan,
Yüz elli yıl her canlı, can aldı o bolluktan.
Uzun bir süre dini ve toplu merasimler,
Ketenli'de yapıldı elverdikçe mevsimler.
Oraya yerleşmişti büyük ağabeyleri,
Ayni yere gömdüler ilk ölen bireyleri.
Bin sekiz yüz elli de yapıldı tahta cami,
Sade bir yapı idi ne çerçeve ne cam’ı,
Elbet teki yok idi; Tahta aralarından,
İçeri kar girerdi; Zaman yaralarından.
Bin dokuz yüz on bir de Ömer’le Şata usta,
Halkın da teşvikiyle anlaştı bir hususta.
Günün şartına uygun, yontma taştan bir mabet,
Yapılmaya başlandı bir yıl sonra nihayet.
Bu bir asırda köyde nede çok şey değişti.
Doğanlar ve ölenler… İlk şehit verilmişti.
Doksan üç harbi için çıktığı günden beri,
Ahmet oğlu Mustafa köye dönmedi geri.
Beraber gitmişlerdi hısım Çalık Ahmet’le
Çalık ‘Vela’ ya döndü sağlık ve selametle.
Ömer dedi ki “babam şehittir Kars kapıda,
Şehidin bir anısı bulunsun bu yapıda.”
Dedesinin yonttuğu ev tomele taşını,
Çıkardı, şekle soktu dibini ve başını.
Ve yerleştirdi onu tam yedinci sıraya,
O taşı satın aldım ben, yirmi beş liraya.
O yedinci sıra ki; Eksikti bir kaç taşı,
Bir anda çıkıverdi korkunç Dünya savaşı.
Yirmi iki ye kadar cami öyle bekledi,
Ne kimse bir taş koydu, ne de bir şey ekledi.
Dağlara bayırlara patikalar açıldı.
Bize komşu yerlere güven ruhu saçıldı.
O kadar ki; bir evde hasım iki kabile,
Yatıya kalıyordu durumu bile bile.
Birlikti, bütün bu olanın alt yapısı,
Aralandı dedeme medeniyet kapısı.
Zorluklar bitmiyordu taun, veba bulaştı,
Çilekeş ecdadımız bak nelerle uğraştı!
Birinci ve ikinci Dünya savaşlarında,
Bunları çevreleyen dert ve yas yıllarında,
Hem düşmanla boğuştu, hem kıtlıkla savaştı,
Her iki sıkıntıyı en az fireyle aştı.
Balık yağını alıp Likmen’inde kullandı,
Uskuçi’yi kemirdi, minci’yle oyalandı,
Öyle haftalar oldu sadece turşu yedi.
Vakar ve tevekkülle “Elhamdülillah” dedi.
Çuvaldan giysi yaptı, doyasıya yemedi,
Gurur ve iffetinden asla taviz vermedi.
Otoritesizliği fırsat bilen eşkıya,
İstavri boğazını geçemedi karşıya.
Stratejik boğazın her iki yakasında,
Mevziler hazırlandı; Bir baskın esnasında
Herkes yerini alır yerleşirdi mevziye,
Durali yetkiliydi görevleri tevziye!
Diğer bütün köylerde terör estiren haydut,
Bu köye giremedi. Eylemi kaldı mahdut.
Vatanına sahipti on dört şehidi vardır,
Bugün, bu serüveni bilen insan çok azdır.
Ömer Lütfi YAZICI
13.Ekim.2009
BOĞAZ KÖY GÜZEL KÖYÜM
RİZE İLİ MERKEZ İLÇE BOĞAZ KÖYÜ’NE AİT ÖZET BİLGİ
Boğaz köyü Rize il merkezinin güney doğusunda, Gündoğdu beldesinin güneyinde, il merkezine 14, sahile 5 km uzaklıkta, 414,5 (Köy mekezi. Kilise tepesi 556,5 mt) rakımlı, genel olarak doğu ve kuzeydoğuya bakan, oldukça dik yamaçlardan oluşan zümrüt yeşili bitki örtüsü ile kaplı küçük bir köydür.
Kuzey ve kuzeydoğusunda Akpınar, Doğu ve güneydoğusunda Ketenli, Güney ve güneybatısında Pınarpaşı köyleri, Kuzeybatısında Dağınıksu mahallesi vardır.
Koordinat: 41° 01´42.99"K 40°38' 57.64"D
Cumhuriyet döneminde coğrafi birimlere Türkçe isimler verilinceye kadar köyün ismi İSTAVRİ & İSTAVRİ BOĞAZİ dır. Coğrafi konumu nedeniyle ve 1959 yılından itibaren (köye yaş çay üretimini teşvik amacıyla gelen) bir ziraat mühendisinin de önerisiyle Boğaz ismi benimsenmiştir.
O tarihte Ketenli köyünün bir mahallesi olan Boğaz, halkın istemi ve yapılan referandum sonucu 1967 yılında “BOĞAZ KÖYÜ” ismini alarak tüzel kişilik kazanmıştır.
Köy 60 hanedir. 2000 yılı nüfus sayımında nüfusu: 186 dır.
Köye ilk yerleşen insanların (1790-1810) Ahmet ve Osman olduğu ve daha önce bu köyde sürekli iskãn olmadığı kesin kanıtlara dayanmaktadır.
1830-1880 tarihlerinde köyde tarım arazisi yok denecek kadar azdır. Arazi sık ağaç ve dikenle kaplıdır.
Köyden Yemen, Trabulusgarb, 93 harbi (1877-78 Osmanlı Rus), Çanakkale ve kurtuluş savaşında 14 şehit vardır.
Ayrıca merhum Ömer oğlu Şevki Yazıcı (Şişko Şevki 1901-1984) Sakarya Akkum köyü ve çevresinde İpsiz Recep çetesinde iki yıl bulunmuştur. Recep Ali YAZICI da kore savaşına katılmış ve (bacağını kaybederek) gazi olmuştur.
KAHRAMAN ECDADIMIZIN YAŞAMINDAN KESİTLER:
153 GÜN EDİRNE'YI (Sırp,Yunan, Bulgar, Karadağ’lı lara karşı) SAVUNAN 43. ALAY 1.P.TB.1.BL. İAŞE CETVELİ
TARİH: 15.Haziran.1917
Sabah: Üzüm hoşafı. Akşam: Yağlı Bulgur çorbası Ekmek: Tam.
TARİH: 26.Haziran.1917
Sabah: Yok. Akşam: Yağlı Bulgur çorbası Ekmek: Tam
TARİH: 18.Temmuz.1917
Sabah: Üzüm hoşafı. Akşam: YOK Ekmek: Yarım
TARİH: 08. Ağustos.1917
Sabah: Yarım Ekmek Akşam: Şekersiz hoşaf.
Not: 21.07.1917 den itibaren ordu emriyle ekmem istihkakı 500 Gr. Dır. Çünkü Un ve ekmek kalmamıştır.
KÖYÜMÜZÜN ŞEREF ABİDELERİ ŞEHİT ATALARIMIZ
1- Gariboğlu Ahmet oğlu Mustafa (93 harbi-Kars kapı /Erzurum) 1877-78 Osmanlı Rus savaşı.
2- Gariboğlu İlyas oğlu Mehmet 1. Dünya savaşı.
3- Gariboğlu Haci Huşut oğlu Mustafa 1. Dünya savaşı.
4- Gariboğlu Mehmet oğlu Numan 1. Dünya savaşı.
5- Gariboğlu Mehmet oğlu Şevket 1. Dünya savaşı. (Yemen)
6- Gariboğlu Mehmet oğlu İsmail 1. Dünya savaşı. (Trablusgarp)
7- Gariboğlu İlyas oğlu Mustafa 1. Dünya savaşı.
8- Gariboğlu İlyas oğlu Muhammet 1. Dünya savaşı.
9- Gariboğlu İlyas oğlu Mehmet 1. Dünya savaşı.
10-Gariboğlu Bilal oğlu Celal 1. Dünya savaşı. (Köprüköy/Erzurum)
11-Gariboğlu Bilal oğlu Mehmet 1. Dünya savaşı. (Çanakkale)
12-Gariboğlu Yunus oğlu Mehmet 1. Dünya savaşı. (Gaip)
13-Gariboğlu Mustafa oğlu Bilal 1. Dünya savaşı.
14-Gariboğlu Molla Huşut oğlu Hamit 1. Dünya savaşı.
15-Gariboğlu Salih oğlu İlyas 1. Dünya savaşı.
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE
Künyem gelsin benden sana hediye
Şehidin ardından oku methiye
Kuruşunda yetim hakkı var diye;
Boş yere tek kurşun atmadım ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Yatıyor diyenler yalan söylüyor
Yatmadığımızı O da biliyor
Öyle konuştukça; düşman gülüyor,
Yattı diyenleri bekledim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Bayrak sevgisiyle dolu bedenim
Yüreğimde; nefret, kin yoktur benim
Mermi yedim anne; üşüyor tenim,
Kimseye düşmanca bakmadım ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Düşman namert olmuş yiğitlik yoktur
İtlere et veren; satılmış çoktur
Hainler yol almış; karnı pek toktur.
Vuruldum, vuruldum bitmedim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Ben musalladayım; gelen olursa
Silmeyin bu taştan; kanım kurursa
Birileri burda, nutuk okursa;
Beyhude lafları, yutmadım ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Yalanlarla tüysüz kazlar yolmadım
Filan yere genel müdür olmadım
Yirmi beş yaşında gemi almadım,
Başımı eğip diz, çökmedim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Aslım, neslim belli; künyem kitabe
Deyin talkın veren; imam hatibe
Kıblem seyyar değil; Kâbe'dir, Kâbe
Patriğin elini öpmedim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Kimselere kızıp bağırmadım ben
İtleri yemeğe çağırmadım ben
Haramla helâli yoğurmadım ben.
Haram lokmaları tatmadım ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Mevsimlik Müslüman olmadım ANAM
Papazla kıbleyi bulmadım ANAM
Soyuz asillerle kalmadım ANAM,
Kurumlu bacada tütmedim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Dinime; ılımlı, karlı dediler
Gayri Müslimlerle iftar yediler
Mehmetler düştükçe; gülümsediler...
Mazlumu korudum; itmedim ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Emir kullarına dokunmayınız
Kimseden korkup; sakınmayınız
Evlat verdik diye yakınmayınız,
ŞEHİT OLDUM ŞEHİT; YİTMEDİM ANNE
VALLAHİ YAN GELİP YATMADIM ANNE...
Kadir DURAK
Allah ile iskât ve ötesi..
Allah ile iskâtın ötesi “Allah ile aldatmak”tır. Onun sonucu ise perişanlık… Bu nasıl bir manzaraya vücut verir diye sorarsanız, İslam dünyasının haline bakın veya geri gidip ortaçağ Hıristiyan dünyasına bakın, derim…
Başlık, Mehmet Âkif’in bir dizesinden alınmıştır. Arap alfabesindeki “kâf” harfi ile, iskât, sükût kökünden bir kelimedir. Susturmak , suskun – konuşamaz hale getirmek anlamında kullanılır. Âkif de aynı anlamda kullanmıştır.
Allah ile iskât, Allah’ı paravan ve baskı aracı gibi kullanarak insanları susturup sindirmek şeklinde beliren ve faturası “kutsal”a çıkarılan bir zulümdür. Bu zulmün tarih içinde en kahırlı ocağı engizisyon oldu.
Zulme, karanlığa, bilgisizliğe, baskıya, miskinliğe karşı çıkmayı iman adamının varoluş borcu sayan Âkif, “kutsal isyanla”, kutsala fatura edilen iskâtın yer değiştirmesini, Müslüman toplumların felaketi olarak görür. Ve İslam dünyasını, üstlerine çöken yapışkan ölüm uykusuna karşı “haykırmaya” çağırır. Çünkü Kur’an’ın Allah’ı, susup-pusmayı değil, konuşup düşünmeyi ibadet saymaktadır. Susup – pusanların doldurduğu bir dünya, zumlun egemen olduğu bir dünyadır. Ve Kur’an’ın biricik düşmanı, zulümdür. “Kin ve düşmanlık sadece zalimlere karşı olacaktır.” (Bakara,193)
Allah ile iskât bir koyu zulümdür, bir koyu karanlıktır. Esasen zulmüm kelime anlamı da “karanlık”tır. Bu yüzdendir ki, kitleyi bilgisizliğin karanlığında tutmak, insana en büyük zulümdür. Âkif, Allah ile iskât deyimini kullandığı şiirinin girişinde Kur’an’nın şu ayetini koyarak bu gerçeğe parmak basmıştır: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(Zumer, 9) Ve söze şöyle başlamıştır: “Olmaz ya…Tabii… Biri insan, biri hayvan.”
Allah ile iskât zulmünün doruk noktaya varması, bu zulmün sömürdüğü “değerler”in tam tersını bayraklaştıran bir anlayışı sahneye getirir ve kitleler bu “reaksiyon”felsefesine bir kurtarıcı gibi sarılırlar. Esasında bu, bir aşırılıktan bir başka aşırılığa, eski deyimi ile ifrattan tefrite kaçıştır. Engizisyonun Allah ile iskât zulmü altında inlettiği insanlık, nefes alabilmek ümidiyle kucaklamadı mı komünizmi? Sonuç, Allah ile iskât yerine Allahsızlık ile iskâta teslim olmak şeklinde belirdi.
Ne var ki komünizm, iskât zulmünü kutsala fatura edemediğinden ömrü, engizisyon kadar uzun olmamıştır.
İnsanımız, dört asra yakın bir zaman, Allah ile iskât edenlerin kahrını çekmişti. Yüz yıla yakın bir zamandan beri buna, Allahsızlık ile iskât edenlerin baskısı eklenmiştir.
Birinci kahır, Doğu hurafelerini “din” adı altında “takdim” eden
“münevver” den geliyordu; İkincisi ise Batı inkârcılığını “ilericilik – uygarlık” adı altında sunan “aydın”dan geliyor. Birinci devrede tokat: “sus, cehenneme gidersin” diye iniyordu, ikinci devrede: “Allah ve din kelimelerini ağzına alırsan yamyam olursun” diyerek iniyor.
Düşünmeyi, eleştirmeyi, “nasıl ve niçin?”i kurcalamayı emreden bir kitabın iman çocukları, düşünmekten tiksinir duruma getirilmişlerdir. “içimize Allah’ın varlığı hakkında kuşkular düşüyor” diyen sahabilerine “bu kuşkular, imanın ta kendisidir” diye cevap vererek insanoğlunun önünde henüz eşiğine gelemediğimiz bir oluş ve eriş ufku açan son peygamber’in “ümmet”i, yalan ve hurafeyi dine egemen kılanlar tarafından tabulara teslim edilmiş bulunuyor.
Bugün bizler, İslâm’ın altın devri olan ilk üç yüzyılın tartışmaya açtığı meselelerin en çok yüzde onunu gündeme getirebiliyoruz. Yaratıcı düşünce bir asfiksi yaşıyor. Bilim ve düşünce adına, eskilerin “olduğu gibi” tekrarı alkışlanıyor.
Dünya ile birlikte yepyeni bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bunun biricik yolu ise “bilgi ve şuur seferberliği”dir. Şikâyetçi olduğunuz iskât türü ne olursa olsun, bu seferberlikte başvurulacak ilk bilgilenme, İslam’ı gerçek yapısıyla öğrenmektir.
Günahkâr olmak, din meselesinde söz sahibi olmaya engel değildir. Dinin sahibi Allah’tır ve hepimiz O’nun kullarıyız. Din, günahı olmayanların özel mesleği değildir, Allah’ın tüm kurallarını kucaklayan rahmet kurumudur. Dinde eksiklerinizi bir tür “kozmik bukağı” gibi kullanarak sizi dinsiz düşüncesiz yapmaya kalkan cehennem körükçülerine “ Allah’in ranmetinden ümit keserek kendinize zulmetmeyin” (Zümer, 53) diyen kitabın tavrı ile karşı çıkın.
Ve gelin, dini, ana kaynağı Kur’an’ın; uygarlığı da yaratıcı kaynağı akıl ve bilginin ışığında yeniden keşfedelim. Y.N.Ö.
Peygamber şehit’in cenaze namazını kılmadı!
1. İslam dini bir bütündür. İnsanın dilediğini yapıp dilediğini terk edeceği parçalar halinde değildir. O, İbadetleri, değerleri, bireyi ve toplumsal yükümlülükleri birbirini destekleyen eksiksiz bir programdır.
2. Dinin inkârı, bir söz meselesi değildir, bir fiil ve davranış meselesidir. Dini sözle ikrar edenler, hatta övenler, onun savunuculuğunu yapanlar bile bazı eylemleri yüzünden o dini inkâr edenler arasına girebilir.
3. İslam mutlak doğruluğu, takva yi emreder. Kişisel hakları o kadar önemser ki; Allah, kul hakkını af etme yetkisini hak sahibinin hoşnutluğu alınmadan kullanmaz. Kamunun haklarının korunması için de birçok kural koymuş, ihlali haline ağır yaptırımlar getirmiştir.
4. İslam dini gösteriş ve merasim dini de değildir. İhlâs ve samimiyetle yapılmadıkça ibadetlerin ve dini gereklerin şeklen yapılmasını yeterli saymaz.
Bu mevzuda Mâûn süresinde çarpıcı açıklamalar, uyarılar vardır.
Yazıklar olsun o namaz kılanlara!
Kıldıkları namazlarından habersiz olanlara.
O gösteriş yapanlara!.
İnsanlara yardımı (kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasını) engelleyenlere!. (Mâûn, 4-7)
Ayet mealleri sorgulayan bir akılla irdelendikçe konu daha da berraklaşır.
İlk iki ayetle ilgili bazı yorumlar:
“Toplumda namaz kılıp gizlide namaz kılmayanlar kastedilmiştir.” (2)
”Namazda okuduklarının anlamını düşünmeye önem vermeyenler.”(3)
“Allah için, temiz niyetle kılmayıp dünyevi bir takım maksatlar için kılanlar.” (4)
İbn Kesir’ın (2.) yorumu üzeride duracağız. Çünkü bu yorum günümüz insanını yakından ilgilendirmektedir.
Kur’an’a göre, istisnasız tüm toplumlara (en az) bir peygamber gönderilmiştir. Yine Kur’an’nın beyanına göre, Allah’ın elçileri, getirdikleri mesajın, toplum tarafından rahatça anlaşılmasını mümkün kılmak için, hitap ettiği toplumun diliyle konuşmuş, vahiy almıştır. (İbrahim, 4)
Kutsal olan, Şu lisan, bu dil değil Allah’ın gönderdiği buyruklar, vahyettiği gerçeklerdir. Bunların anlaşılması, uygulanmasıdır. Hepimiz biliyoruz ki ülkemiz insanı namazda Allah’ ne dediğini bilmemektedir. Böyle bir ibadetin, ne dediğini/istediğini bilmeden yapılan yakarışın Yaratan katında kabul edilebilirliği nedir? Bu sorgulanmalı! Bana mutlaka çözüm bulunmalıdır.
O gösteriş yapanlara!
Bu ayet de ibadetleri şov aracı yaparak dine riyakârlığı sokmaya, sokanlara savaş açıyor:
Bu ayetle ilgili bazı yorumlar:
“İnsanlara ibadetini, insanlar da bu eyleminden dolayı ona övgü ve beğenilerini gösterirler; İnsanlar farzları açıkta yapmakla riyakâr olmazlar.” (5)
“Cehennemde bir bölge var ki Cehennem bu bölgeden Allah’a sığınır. Bu bölge gösteriş yapanlar içindir.” (6)
“Farz olmayan ibadetleri gösteriş için ve herkesin göreceği yerde yaparlar.” (7)
“İbadetlerinde, Giysi ve hareketlerinde halkın övgüsünü kazanmak arzusuyla davrananlardır.” (8)
İbn Abbas: “Henüz bu āyetin ifade ettiği insanlar (Hicri 1. asırda) gelmedi” dedi. (9)
İnsanlara yardımı (kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasını) engelleyenlere!.
Bu ayet kamu hak ve imkânlarının, ait oldukları yere ulaşmasına engel olmaya, olanlara hitap ediyor. Bu eylem iltimas, kayırma, sonucu hakkın başkasına verilmesi biçiminde olabileceği gibi doğrudan kamu malını çalma, talan etme şeklinde de gerçekleşir. Din terminolojisinde buna (Ğelle filinden) ğulûl, denmektedir.
Ğulûl, Kur'an dilinin aşılmamış ustası Isfahanlı Râgıb tarafından, ölümsüz eseri 'el-Müfredat’ta, 'hıyanetin zırha büründürülmesi, kılıflanması' diye tanımlanmıştır.
Demek oluyor ki, ğulûl suçu işlemek kadar bu suçu işleyenleri 'zırhlamak, kılıflamak' yani korumak da suçtur. Nitekim Mâûn Suresi, suçu tanıtırken, 'kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasın engelleyenler' demekte, kamu malının bizzat gasp veya talanını şart koşmamaktadır.
Yani aktif ğulûl ne ise pasif ğulûl de odur. Birileri bizzat çalıp zimmete geçirir, birileri de çalanları koruyup savunur. Onlara zırh ve kalkan olur. Onların yakalanmaması, yargı önüne çıkarılmaması için bin türlü oyun sergiler. Esasen, ğulûl türü suçlar bu iki unsur birleşmeden işlenemez. Aktif aşırıcıların pasif koruyucuları mutlaka olacaktır. Bu koruyucular, genellikle, yönetim mevkilerinde olanlardır.
Kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasına engel olmanın da biri aktif engelleme, biri de pasif engelleme olmak üzere iki türü vardır. Aktif engellemede, kamu malı çalınır-çırpılır, çarçur edilir veya buna engel olacak mevzuat düzenlemeleri yapılmaz. Pasif engelleme ise ğulûl suçlarına seyirci kalmak suretiyle sergilenir.
Allahın elçisi Ğulûl suçunu işleyene nasıl işlem yaptığına da bakmak, örnek vermek gerekir.
İşte şimdi yazının ta başına dönelim.
Zeyd İbnu halid anlatıyor: “Hayber savaşı sırasında Resûlullah’ın ashabından (bir başka rivayette korumalarından) biri şehit olmuştu Resûlullah’a haber verildi. “Arkadaşınız üzerine namaz kılın!” dedi. Bu sözü üzerine, halkın çehresi değişmiş, (Bir soğukluk çöktü) durumu gören Resûlullah açıkladı:
“ARKADAŞINIZ ALLAH İÇİN CİHAD SIRASINDA GANİMETTEN ĞULǓL ETTİ. (ÇALDI)” Bunu duynca, maktulun eşyasını karıştırdık. Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem bile etmeyen bir kolyeyi çalmış olduğunu gördük. (10)
Allah’ın Resulü, savaşta, dine göre cihat sırasında şehit olan arkadaşının (bir rivayette korumasının) cenaze namazını, ğulûl (Yanı kamu malından çalma) suçunu işlediği için kılmadı ve kendisi de kıldırmadı! Bilemiyorum söylenecek başka söz kaldı mı?
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) [Muvatta, Cihād 23, (2, 458); Ebu Dāvud, Cihād 143, (2710); Nesāî, Cenāiz 66, (4,64); İbnu Māce, Cihād 34, (2848)].
(2) İbn Abbas.
(3) İbn Kesir.
(4) Elmali.
(5) Nesefi.
(6) Teberānî’nin İbn Abbas dan rivayet ettiği hadis.
(7) Elmali.
(8) Beyzavî, Celāleyn.
(9) Ebî Süleym ve Mücā.
(10) [(1) (Kütüb-i Sitte Doç. Dr. İbrahim CANAN ANKARA 1988 1. baskı, AKÇAĞ yayınları 5. cilt sayfa 239 Hadis no: 1136)]